• info@gizemuzunlaw.com
  • +90 552 402 13 28
Bizimle İletişime Geçin +90 552 402 13 28

Blog

Yargıtay 12. Ceza Dairesi 2015/13049 E. 2015/17584 K. Sayılı Karar

Karardan önemli kesitler:

 

Mağdur, iddianamede yer alan kayıtların kişilik haklarına, aile şerefine, mesleki onuruna, maddi ve manevi bütünlüğüne olumsuz etkileri olduğunu iddia ederek tazminat talebinde bulunmuştur.

6545 sayılı Kanunun 70. maddesi ile CMK’nın 141. maddesine 3. fıkra olarak eklenen hükümle, maddenin 1. fıkrasında yer almayan soruşturma ve kovuşturma işlemleri nedeniyle de Ağır Ceza Mahkemelerine dava açmak mümkün hale gelmiştir. Bunun için ön koşul, sorumluluk nedenine bakılmaksızın yapılan işlemin soruşturma veya kovuşturma sırasında yapılması ve işlem veya kararın hâkim veya Cumhuriyet savcısına ait olmasıdır.

Cumhuriyet savcıları da, zorunluluk ve gereklilik ilkelerine uygun hareketle özenli davranmalı, kişilerin gizli veya özel hayat alanına ait olan, haberleşme içerikleri, kişiler arasındaki konuşmalar, özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerle ilgili bilgi ve belgelere iddianame içeriğinde yer vermelerinin gerekli olması halinde, maruz kalınan suçlar bakımından kişilerin onur ve saygınlığını en az zedeleyecek şekilde yer vermeli, zorunluluk ve gereklilik bulunmadıkça yer vermemelidir.

İddianamede mağdur olarak gösterilen davacı hakkında tutulan fişleme kayıtlarının iddianamede aynen yer alması, içeriğiyle ilgili hiçbir değerlendirme yapılmaksızın ve değer yargısında bulunulmaksızın CMK’nın 141/3. fıkrası uyarınca tazminatı gerektirmektedir.

 

Karar Sayısı  : 12. Ceza Dairesi 2015/13049 E. 2015/17584 K.

Mahkemesi   : Ağır Ceza Mahkemesi

Suçlar           : Yargılama faaliyetleri nedeniyle zedelenen kişilik haklarından dolayı tazminat talebi (Özel hayatın gizliliği, mağdurun bilgilerinin gereksiz olmasına rağmen satır satır iddianamede yer alması ve kamuoyuyla paylaşılması)

 

Yerel Mahkeme Hükmü : Davacının tazminat isteminin reddi

Yargıtay Hükmü         : Tazminat isteminin reddine ilişkin yerel mahkeme kararının bozulması

 

Yargıtay Kararı

Davacının tazminat isteminin reddine ilişkin karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

 

Davacı 20.08.2014 tarihli dilekçesinde özetle; halen … Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olan ve kamuoyunda “… Casusluk Davası” olarak adlandırılan davanın iddianamesinde mağdur sıfatıyla yer aldığını, bu iddianamede sanık olarak yargılananların kendisi hakkında tuttukları fişleme kayıtlarının yer aldığını, bunlardan hangilerinin doğru hangilerinin yanlış olduklarının bu davanın seyri açısından önemli bir etkisi olmadığını, iddianamede yer alan kayıtların kişilik haklarına, aile şerefine, mesleki onuruna, maddi ve manevi bütünlüğüne olumsuz etkileri olduğunu, bu bilgilere iddianamede satır satır yer verilip, kamuoyu ile paylaşılmasının gerekmediğini, kovuşturma sırasında da herhangi bir tedbir alınmadan bu iddianamenin kabul edilerek, kamunun bilgisine açılmasından zarar gördüğünü belirterek 1.000 lira maddi ve 100.000 lira manevi tazminatın davalı hazineden alınarak kendisine verilmesini talep etmiştir.

 

Mahalli mahkemece, “Davacının yargılandığı dosyada mağdur sıfatı ile yer aldığını ve bir kısım kişisel bilgileri ifşa edilen davacının durumunun CMK’nın 141. maddesinde tahdidi olarak sayılmış bulunan Ağır Ceza Mahkemesinde görülecek tazminat isteme nedenlerinden hiçbirine uymadığı” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

 

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141. maddesinin 1. fıkrasında;

1-Yakalama,

2-Tutuklama,

3-Arama,

4-El koyma,

5-Kanuni gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmama,

6-Yakalama veya tutuklama işlemine karşı kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmama,

 

Halleri sınırlı olarak tazminatı gerektiren nedenler olarak kabul edilmiş iken, adli kontrol, telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi, gizli soruşturmacı ve teknik araçlarla izleme gibi koruma tedbirlerinden doğabilecek zararlar tazminat ödenmesini gerektiren nedenler arasında öngörülmemiş, ancak; 18.06.2014 tarih ve 6545 sayılı Kanunun 70. maddesiyle CMK’nın 141. maddesine eklenen 3. fıkra ile 1. fıkranın kapsamı genişletilerek yeni tazminat nedenleri kabul edilmiştir.

 

Bu nedenle davacının talebiyle ilgili değerlendirme yapılabilmesi için öncelikle CMK’nın 141. maddesine 28.06.2014 gün ve 29044 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunun 70. maddesi ile 3. fıkra olarak eklenen “Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.” hükmü ile aynı Kanunun 86. maddesi ile 5320 sayılı Kanuna eklenen “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü işlem veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan tazminat davasına ilişkin dosyalar mahkemesince, Yargıtay incelemesinde bulunan dosyalar ise esası incelenmeksizin ilgili dairece yetkili ağır ceza mahkemesine gönderilir. Bu davalar ağır ceza mahkemelerince, Ceza Muhakemesi Kanununun 141. ve devamı maddeleri uyarınca Devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara bağlanır.” şeklindeki Geçici 8. maddesi hükmünün kapsamı ve uygulanma şartlarının belirlenmesinde zorunluluk bulunmaktadır.

 

Hâkimin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümler mülga 1086 sayılı HUMK’un 573 vd. maddelerinde düzenlenmiş iken, benzer düzenlemelere 6100 sayılı HMK’nın 46 vd. maddelerinde yer verilmiştir. Her iki kanun arasındaki en belirgin fark, 6100 sayılı Kanunda, Anayasa’nın 129. maddesindeki ilkelere uygun olarak, hâkimin yargılama faaliyetleri esnasında vermiş olduğu zararlardan ilk etapta Devletin sorumluluğu kabul edilerek, bu tür davaların Devlet aleyhine açılması ve ancak belirli koşullarda ilgili hâkime rücu edilmesi esasının benimsenmesidir.

 

2802 sayılı Kanuna 09.02.2011 gün ve 6110 sayılı Kanunun 12. maddesiyle eklenen ve 21.02.2014 gün ve 6526 sayılı Yasanın 19. maddesiyle yürürlükten kaldırılan 93/A maddesinde de benzer şekilde;

“Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle:

a) Ancak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir.

b) Kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hâkim veya savcı aleyhine tazminat davası açılamaz.” hükmüne yer verilmiştir.

 

 

Tüm bu yasal süreç ve hükümler birlikte değerlendirildiğinde varılan sonuçları şu şekilde özetlemek mümkündür:

 

1- 6545 sayılı Kanunun 70. maddesi ile CMK’nın 141. maddesine 3. fıkra olarak eklenen hükümle, maddenin 1. fıkrasında yer almayan soruşturma ve kovuşturma işlemleri nedeniyle de Ağır Ceza Mahkemelerine dava açmak mümkün hale gelmiştir. Bunun için ön koşul, sorumluluk nedenine bakılmaksızın yapılan işlemin soruşturma veya kovuşturma sırasında yapılması ve işlem veya kararın hâkim veya Cumhuriyet savcısına ait olmasıdır.

 

2- Kural olarak, 6545 sayılı Kanunun yürürlük tarihi olan 28.06.2014 tarihinden itibaren gerçekleşmiş işlemler ile verilen kararlara dayalı olarak CMK’nın 141. vd. maddeleri uyarınca Ağır Ceza Mahkemelerinde tazminat isteminde bulunulması mümkün ise de, daha önce verilen karar veya işlemlerden dolayı da CMK’nın 142/1. maddesinde belirtilen dava süreleri henüz dolmamış olan taleplerin de bu kapsamda ileri sürülmesi mümkündür.

 

Diğer yönden 5320 sayılı Kanuna eklenen Geçici 8. Madde uyarınca, yetkili ağır ceza mahkemelerine gönderilen dosyalarda da, tazminat nedenleri yönünden dayandıkları yasa hükümleri göz önünde bulundurularak CMK’nın 141. vd. maddelerinde öngörülen usullere bağlı olarak inceleme yapılıp, karar verilmesi gerekmektedir.

 

Hâkim ve Cumhuriyet savcılarının işlem ve kararlarındaki her türlü hata, özensizlik veya yanlış, ilgililer açısından tazminat hakkını doğurmaz. Bu nedenle ilgilinin öncelikle bu işlem veya karar nedeniyle zarara uğradığını hukukun genel ilkeleri kapsamında ispatlaması gerekmektedir. Yine bu haller nedeniyle hükmedilen tazminatın ödenmesi dolayısıyla, Devletin ilgili hâkim veya Cumhuriyet savcısına rücu edebilmesi de ancak; CMK’nın 141/4. maddesindeki koşulların gerçekleşmesi, başka bir anlatımla hakim veya Cumhuriyet savcısının icrai davranışla görevi kötüye kullanma suçundan mahkûm edilmesine bağlıdır.

 

Tüm bu açıklamalar ışığında davacının talebi incelendiğinde, gerçekliği konusunda hiçbir değerlendirme yapılmaksızın ve bir değer yargısında bulunulmaksızın, iddianamede mağdur olarak gösterilen davacı hakkında tutulan fişleme kayıtlarının açıkça gösterilmesi suretiyle zarara uğradığı iddiasının, 18.06.2014 tarih ve 6545 sayılı Kanunun 70. maddesiyle CMK’nın 141. maddesine eklenen 3. fıkradaki “Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir” şeklindeki düzenleme uyarınca tazminat nedeni oluşturacağı anlaşılmakla, somut olayda davacının bu işlem nedeniyle zarara uğrayıp uğramadığının belirlenmesine geçilmiştir.

 

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 170/1. maddesinde kamu davası açma görevinin Cumhuriyet savcısı tarafından yerine getirileceği hükmüne yer verildikten sonra, maddenin üçüncü fıkrasında “Görevli ve yetkili mahkemeye hitaben düzenlenen iddianamede

a) Şüphelinin kimliği,

b) Müdafii,

c) Maktul, mağdur veya suçtan zarar görenin kimliği,

d) Mağdurun veya suçtan zarar görenin vekili veya kanunî temsilcisi,

e) Açıklanmasında sakınca bulunmaması halinde ihbarda bulunan kişinin kimliği,

f) Şikâyette bulunan kişinin kimliği,

g) Şikâyetin yapıldığı tarih,

h) Yüklenen suç ve uygulanması gereken kanun maddeleri,

i) Yüklenen suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi,

j) Suçun delilleri,

k) Şüphelinin tutuklu olup olmadığı; tutuklanmış ise, gözaltına alma ve tutuklama tarihleri ile bunların sürelerinin gösterilmesi gerektiği belirtilmiş, 4. fıkrada ise “İddianamede yüklenen suçu oluşturan olaylar mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır” hükmüne yer verilmiştir. Bunun yanında kovuşturma evresi ile ilgili olarak kapalı duruşmada bulunabilme başlığını taşıyan 187. maddenin 3. fıkrasında “Açık duruşmanın içeriği, millî güvenliğe veya genel ahlâka veya kişilerin saygınlık, onur ve haklarına dokunacak veya suç işlemeye kışkırtacak nitelikte ise; mahkeme, bunları önlemek amacı ile ve gerektiği ölçüde duruşmanın içeriğinin kısmen veya tamamen yayımlanmasını yasaklar ve kararını açık duruşmada açıklar.” duruşmada okunması zorunlu belge ve tutanaklar başlığını taşıyan 209. maddenin 2. fıkrasında ise “Sanığa veya mağdura ait kişisel verilerin yer aldığı belgelerin, açıkça istemeleri halinde, kapalı oturumda okunmasına mahkemece karar verilebilir.” hükümleri yer almıştır.

 

Görüldüğü gibi ceza yargılama mevzuatımızda kişilerin gizli veya özel hayatı ile ilgili kabul edilebilecek bilgiler ile kişilerin onur ve saygınlığını zedeleyecek ifade ve ibarelerin iddianamede bulunmasını yasaklayıcı pozitif bir hukuk kuralı bulunmamaktadır. Ancak, böyle bir düzenlemenin bulunmaması kişilerle ilgili her türlü bilginin iddianamede gösterilmesini hukuka uygun kılmakta mıdır? Başka bir anlatımla diğer kişilerden beklenen, özel hayata saygı, onur ve saygınlığı zedeleyici davranışlardan kaçınma özen ve yükümlülüğü Cumhuriyet savcısı veya hakimden beklenmeyecek midir?

 

Anayasamızın başlangıç bölümünde yer alan “Her Türk vatandaşının … milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme varlığını hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu” özel hayatın gizliliğini düzenleyen 20. maddesinde ise ” Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz” şeklindeki düzenlemeye paralel olan;

 

4721 sayılı MK’nın 24. maddesindeki; “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” hükmü ile;

 

6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 58. maddesinin 1. fıkrasındaki; “Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.” hükmü ve yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Özel hayatın ve aile hayatının korunması başlıklı 8. maddesindeki; “Herkes özel hayatına, aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.” hükümleri birlikte değerlendirildiğinde;

 

CMK’nın 170. maddesinin 3. fıkrasındaki “iddianamede yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır” hükmünü uygulayan Cumhuriyet savcıları da, zorunluluk ve gereklilik ilkelerine uygun hareketle özenli davranmalı, kişilerin gizli veya özel hayat alanına ait olan, haberleşme içerikleri, kişiler arasındaki konuşmalar, özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerle ilgili bilgi ve belgelere iddianame içeriğinde yer vermelerinin gerekli olması halinde, maruz kalınan suçlar bakımından kişilerin onur ve saygınlığını en az zedeleyecek şekilde yer vermeli, zorunluluk ve gereklilik bulunmadıkça yer vermemelidir.

 

Gereklilik ve zorunluluğun belirlenmesinde ise suçun sübutu ve nitelendirilmesine etki ölçüsüyle hareket edilmeli, isnat edilen suçun niteliği, tarafların davadaki konumları, kişilerin ileriki yaşamlarındaki etkileri, cinsiyeti, yaşı gibi özellikleri göz önünde bulundurulmalı yer verilmesinin gerekli olduğu sonucuna ulaşıldığı takdirde ise bireysel hakları en az ihlal edecek ve bu ihlali haklı gösterecek bir yöntem benimsenmelidir. Yargılama makamları da, kamusal ve özel yararlar arasındaki dengeyi gözeterek, özel bilgilerin kamuya yayılmasının önüne geçecek tedbirleri almalı, gerek kararlarında gerekse yargılamada bu hususlarda daha dikkatli ve özenli davranmalıdır.

 

Tüm bu açıklamalar ışığında davacının iddiaları değerlendirildiğinde, iddianamede mağdur olarak gösterilen davacı hakkında tutulan fişleme kayıtlarının iddianamede aynen yer alması, içeriğiyle ilgili hiçbir değerlendirme yapılmaksızın ve değer yargısında bulunulmaksızın CMK’nın 141/3. fıkrası uyarınca tazminatı gerektirmektedir. Zira sanıklara isnat edilen suç gözetildiğinde, bu kayıtların iddianamede aynen yer alması gerekmediği gibi, aynen yer almasında kamusal bir yarar da bulunmamaktadır. Yargılama faaliyetlerinden kaynaklanan ve emredici veya yasaklayıcı bir norm bulunmaması nedeniyle, kişisel kusur veya haksız fiil kapsamında değerlendirilemeyecek bu özensiz davranış nedeniyle doğan zararın giderilmesinde, Devletin kusursuz sorumluluğu söz konusu olup, yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda oluşan bu tür zararların tazminat hukukunun genel ilkeleri çerçevesinde Devlet tarafından karşılanması gerekmektedir.

 

Açıklanan ilkeler çerçevesinde, ispatlandığı takdirde maddi zararı ile yargılama faaliyetleri nedeniyle zedelenen kişilik haklarından dolayı makul bir miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, isabetsiz gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi, Kanuna aykırı olup, davacı vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, 11/11/2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İletişime Geçin

Telefon

+90 552 402 13 28

Email

info@gizemuzunlaw.com