• info@gizemuzunlaw.com
  • +90 552 402 13 28
Bizimle İletişime Geçin +90 552 402 13 28

Blog

Ağır Ceza Mahkemesine Savunma Dilekçesi Örneği

BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİNE

Gönderilmek Üzere

 

************ MAHKEMESİNE

 

 

 

MÜŞTEKİ                             : ******** Komutanlığı, Kurum No: *******

 

SANIK                                 : A**** C***** TC: ***********

                            ADRES: ******************

 

VEKİLİ                                 : Avukat Gizem Gül Uzun 

                                              Sahabiye Mah. Teoman Sok. Avukatlar İş Hanı Bina No:9 Kat:5 Daire No:501 Kocasinan/KAYSERİ

 

 

 

KONU                                    : Karşı tarafın yapmış olduğu istinaf başvurusuna karşı cevaplarımızdan ibarettir.

 

AÇIKLAMALAR                       :

 

1a- **.**.20** Olay gününü sırasıyla açıklamamız gerekirse; müvekkilim ************** komutanlığı ************* komutanı ********** olarak görev yapmaktadır. Olay günüyle alakalı olarak müvekkilimin 03.08.2016 tarihinde ****** Cumhuriyet Başsavcılığına ******* Soruşturma kapsamında verdiği ifadesinde, "kol komutanı teğmen "**********" içtima alarak "****** il merkezinde teröristlerce güvenlik güçlerine roketli saldırıda bulunulduğunu, bununla ilgili meskun mahalde operasyona gideceğimizi, ne zaman gideceğimizin belli olmadığını, hazırlanıp beklememizi söyledi. Biz öğlen saatleri itibariyle hazırlığımızı yapıp beklemeye başladık, saat **:** sıralarında tabur komutanı yarbay İsmet Çehreli bizi içtima alanına topladı. Bizlere "arkadaşlar yolunuz açık olsun, Allaha emanet olun" şeklinde beyanda bulunmuştur. Müvekkilimin buraya kadar vermiş olduğu ifadeden de anlaşılacağı üzere, müvekkilim A**** C*****'ın olay gününde hiçbir eylemi, hareketi, sözü, davranışı FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile irtibat veya iltisaklı olduğu yönünde bir kanı uyandıramaz. Şöyle ki; 

 

Müvekkilimin milli güvenliği tehdit eden hiçbir eylemi olmamıştır. Müvekkilim, komutanlarının emri dahilinde hareket etmek zorunda kalmıştır. Müvekkilim askeriyeye bağlı olduğu için bilindiği üzere askeriye de akıllı telefon kullanmak, güvenliği sağlamak açısından risk taşımaktadır. Bu sebeple internet erişimi olan ve kamerası bulunan cihazlar askeriyede kabul edilmemektedir. Müvekkilimin haber alabildiği tek iletişim aracı telsizdir.  Müvekkilime komutanları aracılığıyla gelen emirlerin FETÖ/PDY ile uzaktan yakından bağdaştırılması mümkün değildir. Müvekkilime ****** il merkezine terör örgütü saldırısı yapılmış gibi lanse edilip, oraya yönlendirmişlerdir. Yukarıda bahsettiğimiz üzere müvekkilimin yanında telefonu bulunmamaktadır. O yüzden saldırı haberini teyit edebileceği herhangi bir kanal da mevcut değildir. Müvekkilim olay günü de komutanlarının emirleri doğrultusunda vatanını koruma iç güdüsüyle hareket etmiştir. Bu adi yapıya ve oluşuma ait üyeliği veya mensubiyeti yoktur.

 

1b- Müvekkilim A**** C***** olay günü vatana ihanet adı altında nitelendirilecek bir eylemde bulunmamıştır. Müvekkilim olay günü yalnızca kendilerine verilen emir doğrultusunda ****** Valiliği'nin güvenliğini sağlamak amacıyla orada bulunmuştur. Yine müvekkilim ve yanındaki diğer askerler olay günü halkın elinde bayraklarla sloganlarla valiliğe geldiğini görünce şaşırmışlardır. Müvekkilim yalnızca komutanları ve telsizler gelen emirler doğrultusunda hareket ettiği için verilen emirlerin "kanunsuz emir" olup olmadığını sorgulayabilecek bir durumu olmamıştır. Keza müvekkilime verilen emirler dışarıdan bakıldığında terör örgütünün olası saldırılarına karşı vatanı korumak şeklinde gözükmektedir. Müvekkilim askeriyede uzman çavuştur. Yukarıda oynanan çirkin satranç oyununun önden gönderilen piyonu olmaktan başka çaresi bulunmamamıştır.

Fakat bütün bunlara rağmen şerefli bir asker olan müvekkilim, olay gecesi vatana ihanet adı altında adlandırılabilecek herhangi bir eylemi bulunmamıştır. Yalnızca ****** Valiliği önünde beklemiş ve olası bir terör saldırısına karşı orayı canı pahasına korumak için orada bulunmuştur. 

 

1c- Müvekkil A**** C*****, olay gecesi dava konusu olayın DARBE olduğunu duyunca şaşırmış, sadece beklemiş, silahından kurşun çıkmamış ve kimseye fiziki bir müdahalede bulunmamıştır. Müvekkilim, olay gecesi ****** Valiliğini korumak için beklerken gelen halkın "bu darbe teşebbüsü sizin ne işiniz var?" denildiğinde, müvekkilim, komutanlarının verdiği emirlerin çirkin bir yalandan ibaret olduğunu fark etmiş ve yalnızca belirtilen yerde beklemiş ve herhangi bir müdahalede bulunmamıştır. Müvekkil A**** C***** bu vatanın şerefli bir askeridir. Yalnızca  FETÖ/PDY tarafından düzenlenen bu çirkin, hain ve alçak saldırıda, arkasında gözü yaşlı bir eş ve iki ufak çocuk bırakan kurbanlık bir koyundur.

 

2- Müvekkil A**** C*****'ın Bank Asya hesabı bulunmamaktadır. Yine müvekkilin örgüte ait otellerde konaklama kaydı bulunmamaktadır. Müvekkilimin örgütün tepe yöneticileri ile herhangi bir görüşme kaydına rastlanılmamıştır. Müvekkilimin örgüte müzahir iş yerlerinde SGK kaydına rastlanılmamıştır. Tüm bunların yanında müvekkilim BYLOCK kullanmamıştır.

 

3-Müvekkilimin hayatının hiçbir döneminde FETÖ/PDY örgütü ile bir ilgisi olmamıştır. Ne bu örgüte ait bir işte çalışmış ne de fetö ile bağlantılı bir okula ya da dershaneye gitmiştir. 

 

4- Zira Fetö terör örgütünün bir darbe teşebbüsünde bulunacak cüretkarlığa ulaşması birçok siyasi açısından bile öngörülememiştir. Siyasiler dahi bu hadsiz ve haksız teşebbüsü öngöremezken müvekkilin bunu öngörmesi hayatın olağan akışına aykırıdır.

İşbu konuyu daha açık olarak incelememiz gerekirse:

 

İddianamede 15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİ ÖNCESİNDE FETÖ/PDY SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜNÜN VARLIĞI VE FAALİYETLERİ HERKES TARAFINDAN BİLİNİYORMUŞ ya da BİLİNECEK DURUMDAYMIŞ GİBİ AÇIKLAMALAR YAPILMIŞTIR. İddianamede suç tarihi olarak 2016 yılı gösterilmişse de, iddianamenin içeriğinden suç tarihinin kamuoyunda 17/25 Aralık süreci olarak bilinen olayların yaşandığı 2013 yılı sonlarına kadar taşındığı anlaşılmaktadır. Yargılama sırasında mahkemenizce müvekkile soru yöneltilirken de aynı “ön kabul” ile hareket edildiği tarafımızca gözlenmiştir. 15 Temmuz darbe girişimi öncesinde FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün varlığından ve faaliyetlerinden herkesin haberdar olduğu düşüncesine de, müvekkile suç isnadında bulunulurken 17/25 ve sonrasında yaşanan olayların dikkate alınmasına da,  suç tarihi olarak 17/25 Aralık sonrasının  kabul edilmesine de itiraz etmekteyiz. Zira 15 Temmuz 2016 öncesinde FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün varlığına dair resmi kayıtlara geçmiş herhangi bir karar bulunmamaktadır.                                             

 

Eski Cumhurbaşkanlarından Abdullah GÜL 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe girişimini araştıran komisyonun önünde vermiş olduğu ifadesinde  “resmi görevlerim sırasında devletin sivil-asker güvenlik ve istihbarat birimleri tarafından “Fetullah Gülen Yapılanması” başlıklı bir rapor şahsıma sunulmadığı gibi o dönem Gülen Cemaati olarak anılan veya bugünkü adıyla FETÖ/PDY hakkında kapsamlı bir rapor iletilmesi veya sunum yapılması talebi de söz konusu olmamıştır. Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı görevlerim sırasında veya Cumhurbaşkanı olarak Milli Güvenlik Kurulu Başkanlığı’nı üstlendiğim dönemde de Komisyonunuzca sorulduğu şekilde sivil veya asker üyeler tarafından ‘Fethullah’ ön adıyla başlayan illegal bir yapıya dair herhangi bir husus (takibat, soruşturma veya bu yönde bir izin talebi vs.) gündeme getirilmemiştir. Nihayetinde malumunuz olduğu üzere 30 Ekim 2014 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan tavsiye kararıyla söz konusu örgütün Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne “Ulusal Güvenliği Tehdit Eden Unsur” olarak kaydedilmesi kararlaştırılmıştır.”  demiştir.                          

 

15 Temmuz 2016 sonrasında herkesin yaşamış olduğu tecrübe ile söylüyoruz; söz konusu MGK kararlarında ya da bu kararlarla ilgili yapılan basın açıklamalarında Fethullah Gülen Cemaatinden söz edilmiş olsaydı birçok kişi Fethullah Gülen cemaatiyle ya da bu cemaatle bağlantılı olduğunu bildiği kurumlarla ve kişilerle olan mesafesini gözden geçirebilirdi.       

 

Gerek soruşturma safhasında ve gerekse kovuşturma safhasında mahkemenizce müvekkile soru yöneltilirken 17/25 Aralık süreci esas alınmış;  bu süreçte siyasi iktidar tarafından yapılan çağrılara örtülü bir şekilde dikkat çekilerek, müvekkilin 17/25 Aralık süreci sonrasında malum yapıyla ilişkilendirilen kurum ve kişilerle ilişki içerisinde olup olmadığı vb. hususları üzerinde durulmak suretiyle bir suç ilişkisi yaratılmaya çalışılmıştır. 20.07.2016 tarihli MGK kararlarının kapsamı ve sonrasında yapılan uygulamalar dikkate alındığında; 15 Temmuz sonrası yürütülen operasyonlarda kriminalize edilip mercek altına alınan tercih, davranış ve ilişkilerin 20.07.2016 tarihi öncesinde, gerek devletin milli savunma planlarının yapıldığı en üst merci tarafından ve gerekse bu merci tarafından alınan kararlar doğrultusunda önlemler almakla yükümlü yürütme organı tarafından tehlikeli bulunmamış, yasa dışı olarak değerlendirilmemiştir.

 

“Paralel Devlet” nitelemesi ise seçilmiş olan kişilerin beyanları ile şekillenmiş bir nitelemedir. Oysa ki hukukun hiçbir alanında ve hiçbir yasal mevzuatta böyle bir ifade yer almamaktadır. Kaldı ki “Paralel Devlet” ifadesini kullanan devlet yetkilileri, bu ifadeyi ilk kullandıklarında dahi bahsi geçen yapıyı TERÖR ÖRGÜTÜ olarak ilan etmemişlerdir. Sadece bu husus dahi müvekkil ve diğer sanıklar yönünden sonradan ve geriye dönük olarak bilinçli suç yaratılmaya çalışıldığı şüphesini uyandırmaktadır.

 

Bu ülkede yaşayan her yetişkin gibi Abdullah GÜL’ün de, Fethullah GÜLEN cemaatinin varlığından veya Hizmet Hareketinden, 15 Temmuz darbe girişiminin çok öncesinde haberdar olduğu ispata muhtaç bir durum değildir. Buna rağmen Abdullah GÜL’ün 2014 yılının 8. Ayına kadar devam eden resmi görevleri sırasında FETÖ/PDY silahlı terör örgütünden haberdar edilmediğini beyan etmesi, dolayısıyla 2014 yılının 8. Ayına kadar kendisinin de bu örgütün varlığından haberdar olmadığını söylemesi dikkat çekici değil midir? Abdullah GÜL dahi varlığından ve faaliyetlerinin tamamından haberdar olduğu Fethullah Gülen Cemaatini ve Hizmet Hareketini SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ OLARAK değerlendirmemiştir.

 

Yine eski Dışişleri Bakanı ve Başbakanlarımızdan Ahmet DAVUTOĞLU, Darbe Komisyonuna vermiş olduğu yazılı beyanlarında FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile ilgili değerlendirmelerini yaparken “Yarım asra yakın bir geçmişe sahip olan bu yapı, tarihsel süreç içerisinde dinamik bir şekilde farklı yönleriyle ön plana çıkmıştır. Değerlendirmelerimiz bugünden geriye doğru yaşanılan tecrübelere bakarak yapılan değerlendirmelerdir. Bugün yapılan değerlendirmelerin daha bu tecrübeler yaşanmadan yapılabilmesi mümkün değildir. Örgütle ilgili her bir değişim, dönüşüm ve eylem kendi tarihi bağlamı içinde değerlendirilmezse hem bilimsel olarak anakronistik bir tavır sergilenmiş olur hem de hukuki olarak yanlış sonuçlara götürecek önyargıların oluşmasına sebep olunur. Mesela HOŞGÖRÜ MESAJLARININ VERİLDİĞİ, TEKNOLOJİK DONANIMLI OKULLARIN AÇILDIĞI DOKSANLI YILLARIN BAŞLARINDA BU YAPININ GÜN GELİP BARBAR BİR DARBE GİRİŞİMİNİN ÖRGÜTLEYİCİSİ OLACAĞI, BU YAPININ MUARIZLARI TARAFINDAN BİLE ÖNGÖRÜLEBİLMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİ.” demiştir.

 

Eski Başbakan ve Dışişleri Bakanlarımızdan olan Ahmet DAVUTOĞLU’nun gözlem, tecrübe ve öngörülerine dayalı değerlendirmelerinin yer aldığı aynı yazılı beyanlarının devamında;

 

“Esasen bu yapı, ana akım dindar ve muhafazakâr siyaset ve sivil toplum hareketlerinden kendisini hep uzakta tutmuş; bu bakımdan da erken dönemdeki gelişmeleri çok da göze batmamıştır.”

 

“Bu dönemlerde, Gülen ve takipçileri, kendilerini modern değerlerle uyumlu bir dini cemaat;  eğitim, yardımlaşma, dayanışma gibi başlıklarda yoğun faaliyet gösteren etkili bir sivil toplum hareketi olarak lanse etmişlerdir. Siyasi ve toplumsal desteğin sağlanması için Türkçe gibi ortak semboller, hoşgörü gibi sempatik mesajlar, yurt dışında okullar açma gibi herkesçe  müspet  görülen  adımlar  ön  plana  çıkarılmıştır”

 

“17 Aralık süreci öncesine kadar ‘Fethullah Gülen Cemaati’ veya ‘Hizmet Hareketi’ namıyla tanınan dini motivasyonlu bir akımın varlığı ve özellikle basın ve eğitim alanlarında faaliyetlerde bulunduğu uzun yıllardır herkes tarafından bilinen bir gerçekti. Bu akımın şimdilerde tüm açıklığıyla deşifre edilen çok karmaşık örgüt yapısının, hiyerarşisinin ve işleyişinin neticede bir darbe teşebbüsünde bulunacak güç ve cüretkarlığa ulaşmış olması şahsım da dâhil pek çok kimsenin öngöremediği bir durumdu.”  denilmiştir.

 

Ahmet DAVUTOĞLU’nun bu değerlendirmelerinden de; 

 

15 Temmuz darbe girişiminden sorumlu tutulan FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün öncülü olduğu kabul edilen Fethullah Gülen Cemaati ya da özellikle Hizmet Hareketinin 15 Temmuz darbe girişimine kadar toplumda sivil toplum örgütlenmesi olarak algılandığı, bu yapının darbe girişiminde bulunmasının herkes tarafından şaşkınlıkla karşılandığı, böyle bir neticenin bu yapının siyasi muarızları tarafından dahi öngörülebilecek bir durum olmadığı anlaşılmaktadır. 

 

Dışişleri Bakanlığı, Başbakanlık görevlerinde bulunmuş olan Ahmet DAVUTOĞLU’nun öngöremediği, Ahmet DAVUTOĞLU’nun ifadesine göre Fethullah GÜLEN Cemaatinin ya da Hizmet Hareketinin hasımlarının dahi tahmin edemeyeceği bir durumu, sıradan özelliklere ve imkanlara sahip olup alt grup görevlerde bulunan mağdurların öngörebilmesini beklemek ne kadar gerçekçi olacaktır.   

 

Abdullah GÜL’ün ve Ahmet DAVUTOĞLU’nun darbe komisyonuna vermiş oldukları ifadelerden çıkarılabilecek tek sonuç: Fethullah Gülen cemaati ya da Hizmet Hareketi, devletin en yüksek katında dahi 15 Temmuz öncesinde bir “silahlı terör örgütü” olarak nitelendirilmemiştir. Aksine toplum yararına hizmetleri olduğu kabul edilerek devleti yöneten seçilmişler ve atanmışlar tarafından bir sivil toplum kuruluşu olarak sahiplenilmiştir. Yine bu yapılar toplum içerisinde kanaat önderi gibi görülen bir çok siyasetçi, akademisyen ve bürokrat  tarafından  “bir sivil toplum hareketi olarak” değerlendirilmiş ve savunulmuştur. Devleti yönetenlerin ve toplum içerisindeki kanaat önderlerinin bu yöndeki eğilim, tercih ve telkinlerini takip eden vatandaşlar, söz konusu cemaatin kurum ve kuruluşlarıyla olan mesafesini bu somut olguları gözeterek belirlemişlerdir.

 

15 Temmuz darbe girişimi üzerine devleti yönetenlerin yapmış oldukları açıklamalardan sonra ilk kez FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün varlığından haberdar olan vatandaşların, bu örgütle ilişkilendirilen kurumlarda 15 Temmuz öncesinde hesap açtıkları için, çalıştıkları ya da çocuk okuttukları için, dernek ve sendikalara üye oldukları için ya da bu kurumların bir takım faaliyetlerine iştirak ettikleri için, 15 Temmuz öncesine kadar varlığından dahi haberdar olmadıkları bir örgütün üyesi olmakla suçlanmalarını kabul edilebilir bulmuyoruz. Zira YARGILAMA GAFİL AVLAMA SANATI DEĞİLDİR. Nitekim Aktif Eğitimciler Sendikası üyesi olduğu için silahlı terör örgütü üyesi olmakla suçlanıp bir başka dosyada yargılanmakta olan müvekkillerimden birisinin “ben devlet yanlısı olduğu için bu sendikayı tercih etmiştim” demiş olması, bu hususta devleti yöneten seçilmişlerin ve atanmışların, söz konusu eğitim, finans ve sivil toplum kuruluşları lehine son 15-20 yılda nasıl bir algı oluşturduklarının, nasıl bir yönlendirme yapmış olduklarının açık izahıdır.  

 

5-Sayın Mahkemenizce de bilindiği üzere Yargıtay 16.Ceza Dairesi FETÖ/PDY üyeliği için birtakım kriterler belirlemiştir. 

 

Örgütü hizmet hareketi zannedenlerin, cezai yönden sorumlu tutulmasında kriter nedir?

 

Örgütün birinci ve ikinci katmanında yer alanlar ile yardım edenlerin sorumlulukları kusurluluk ilkesi doğrultusunda belirlenmelidir. Yani bu yapıyı cemaat zannederek yer alanlar, ancak örgüt olduğunu ortaya koyan olaylar ortaya çıkmasından sonraki tarihlerde örgüte bağlılıkları devam ediyorsa cezai yönden sorumlu olacaklardır.

 

Varsayımsal olarak cemaat olduğunu bilmiş olsa dahi yukarıda bahsetmiş olduğumuz kriterden de anlaşılacağı üzere ÖRGÜT OLDUĞUNU ORTAYA KOYAN OLAYLAR ÇIKMASINDAN SONRAKİ TARİHLER kıstas alınmalıdır.

 

Alçak FETÖ/PDY terör örgütü kendini yıllarca legal bir zeminde göstermiştir. Nihai amaçlarını gizlemişler ve insanların özel saiklerini kullanarak bilinmeyen yapılara alet etmeye çalışmışlardır.

 

Ne zaman ki 17/25 aralık tarihinde bu yapının illegal olduğu AÇIKÇA ortaya çıkmıştır. Cezalandırma yapılırken bu durum kıstas olarak alınmalıdır. Örgütün amaç ve yöntemlerini bilen kişiler ile bilmeyen kişiler ayırt edilmelidir. Bu ayrımda ise örgüt mensuplarının örgütteki konumları oldukça önem arz etmektedir. 

 

Cezai yaptırım ve idari yaptırım uygulanması için darbe girişiminin yaşandığı 15 Temmuzun baz alınmasına gerek yoktur. Zira 17/25 aralık tarihinde örgütün ustaca gizlenen amacı zaten açığa çıkmıştır. 

 

 

6-Genel kabul görmüş olan, temel ve evrensel bir hukuk ilkesi olarak Anayasamızın 38. maddesinde de yer alan masumiyet karinesi gereğince hakkında adil yargılama sonucu kesinleşmiş bir mahkumiyet hükmü olmadıkça kimse suçlu sayılamaz.

 

 

Haklarında hiçbir soruşturma ya da kovuşturmaya olmayan, iddianame düzenlenmeyen, dava açılmayan, takipsizlik kararı verilen veya beraat eden kamu görevlisinin idari işlem ya da kararla görevinden ihraç edilmesi ne kadar adil olur?

 

 

Müvekkilimin sosyal medya paylaşımları ve bu paylaşımlardaki yorum ve değerlendirilmelere ve takip ettiği kişilere bakıldığı zaman görülecektir ki alçak FETÖ/PDY terör örgütü ile hiçbir zaman uzaktan yakından ilgisi olmamıştır. Müvekkilim vatanına ve milletine bağlı, saygın bir kişiliktir.

 

 

Müvekkilimin yardım ettiği kişi, desteklediği kurum veya kuruluş yoktur. Müvekkilimin takip ettiği yazılı, görsel ve sosyal medya yayınları, siteler, gazete, kitap ve dergilerden hiçbiri alçak fetö terör örgütüne ait değildir.

 

 

Müvekkilimin öğrenim gördüğü ve mezun olduğu okullar, gittiği kurs ve dershaneler, katıldığı seminer ve paneller, özel sektörde çalıştığı kurum ve kuruluşlar, işyerleri, üye olduğu sendika, dernek, vakıf ve diğer sivil toplum kuruluşları, hakkında yapılan ihbarlar vs hepsi değerlendirildiği zaman müvekkilimin alçak Fetö örgütüyle hiçbir ilgi ve alakasının olmadığı anlaşılacaktır. 

 

 

Uygulamada birçok kişinin ihraç sonrası mesleğe geri döndüğü görülmektedir. Komisyon, FETÖ terör örgütüyle bağlantısı ya da irtibatı bulunmayan kişileri görevlerine iade etmektedir.

 

 

OHAL süresinde ve sonrasında yukarıdaki kriterlere göre yapılan ihraçlar savunma hakkı tanınmadan, masumiyet karinesi ve cezaların şahsiliği ilkelerine aykırı bir şekilde tesis edilmeleri başta olmak üzere tüm yönleriyle hukuka aykırı bulunmaktadır. Bununla birlikte, günümüzün olağanüstü şartlarında bu kriterlerin terör örgütü üyeliği için yeterli olduğu algısının yerleşmiş olduğu dikkate alınarak ihraçlara karşı yapılacak idari ve adli başvurularda konunun çok dikkatli bir şekilde ele alınması ve açıklanması gerekmektedir.  Yeni ihraç kriterleri 2019 yılında oluşmaya başlamıştır. Yaşanılan hak kayıplarını önlemek amacıyla kriterler daraltılmaya başlamıştır.

 

 

Söz gelimi bir kamu personeli çocuğunu OHAL KHK’sı ile kapatılan bir okula gönderdiği gerekçesiyle ihraç edilmiştir. Oysa ki, bu okul o dönemde Devletin ilgili kurum ve kuruluşlarından aldığı izin ve ruhsatlar çerçevesinde, Devletin izni ve bilgisi dahilinde, gözetim ve denetiminde faaliyet göstermekteydi. Dolayısıyla da resmi usul ve prosedüre uygun bir şekilde faaliyet gösteren bir okula gittiği gerekçesiyle kimsenin haklarından mahrum bırakılarak cezalandırılması mümkün değildir.

 

 

Bununla birlikte bu konuda açıklama yapılırken bu okulun tercih edilmesindeki çevresel ve diğer etkenlere de yer verilmelidir. Gerçekten de, kişiler çocuklarını gönderecekleri okulları seçerken evine olan yakınlığına, eğitim saatlerinin mesai saatlerine olan uyumuna, eğitim kalitesine, ücretine, servis ve sosyal imkanlarına bakmaktadır. Aynı şekilde işsizlik oranının çok yüksek olduğu ve iş bulmanın bir hayli zor olduğu günümüz koşullarında kimse çalışacağı işyerinin ve patronlarının yasadışı bağlantılarını araştırmaz ve bilemez. Bilmesi de mümkün değildir. Yasa dışı faaliyet gösteren kişi, kurum ve kuruluşları tespit ederek gereken önlemleri almak devletin görevi ve sorumluluğudur. Bu itibarla yasa dışı bir işyerinde SGK kaydı olduğu gerekçesiyle vatandaşın cezalandırılması hukuka uygun değildir.

 

 

Bir örnek daha vermek gerekirse, üniversite eğitimi için memleketin bir ucundaki evinden diğer ucundaki okuluna giden bir öğrenciye devlet yurdunun çıkmaması, eğitimine devam etmek için özel bir yurtta kalmak zorunda kalması ve resmi izinle çalışan bu özel yurtta kaldığı için daha sonra memurluğa alınmaması hukuken hiçbir şekilde izah ve kabul edilebilir bir durum değildir.

 

 

Savunma hakkı, usulüne uygun bir disiplin soruşturması, itiraz ve dava hakları tanınmadan disiplin cezası verilemez. Adil yargılama sonucu verilen ve kesinleşen bir mahkumiyet hükmü olmadıkça kişilerin terör ile bağlantılı ilan edilmeleri mümkün değildir. Terörist ilan edilmek bu kadar kolay olmamalıdır!

 

 

Müvekkilim Bank Asya ve Paralel Yapının diğer şirketlere asla ve asla parasal katkı sağlamamıştır. Fetö'nün sendikaları ve derneklerinde yönetici veya üye olmamıştır. Kimse yok mu derneğine bağışta bulunmamıştır ve özel şifreli yazışma programı kullanmamıştır. Kapsamlı sosyal medya taraması yapıldığı zaman da müvekkilimin vatanına, milletine bağlı saygıdeğer bir insan olduğu anlaşılacaktır.

 

 

Müvekkilim bir kere olsun örgüte himmet vermemiştir. PARALEL YAPININ EV VE YURTLARINDA KALMAK BİR KENARA, ÖNÜNDEN BİLE GEÇMEMİŞTİR. 

 

 

 

Yargıtay 16.Ceza Dairesi FETÖ terör örgütü üyeliğinde dikey bir sistemin olduğu, bunun da 7 pramit şeklinde gerçekleştiği ile ilgili ayrıntılara yer verilmiştir. Birinci kat yani halk tabakasından şöyle bahsedilmektedir: ''Örgüte iman ve gönül bağı ile bağlı olanlar, fiili ve maddi destek sağlayanlardan oluşur. Bunların birçoğu örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan bilinçli veya bilinçsiz hizmet ettirilen kesimdir. Genellikle faaliyetlerden habersizdirler. Bu katmandakileri örgüte bağlayan ana unsur, istismar edilen İslami duyarlılık ve din duygularıdır.'' denilmektedir. 

 

 

Alt tabaka ise: Bu tabakalar dışında örgüte sempati besleyenlerden oluşan kişilerdir. Örgüt hiyerarşisinde yer almazlar. Örgüte yönelik herhangi bir olumsuz düşünceleri yoktur. Örgütün bütün faaliyetlerini illegal bile olsa desteklerler. Talimat almaz ve rapor vermezler. Siyasetçi, sanatçı, yazar, gazeteci, akademisyen gibi çok geniş bir alana yayılmış olan bu sempatizan kitleyi örgüt zaman zaman lehine kamuoyu oluşturmak için kullanmaktadır. 

 

 

Müvekkilim illegal olan neyi gerçekleştirmiştir? 

 

Müvekkilim hiçbir zaman illegal dahi olsa örgütü destekleyen alçak insanların içerisinde yer almamıştır.

 

 

Örgüt, Eğitim Ve Ahlak Hareketi Olarak Algılanmış Olabilir mi?

 

Önce dini bir kült, ardından bir terör örgütü haline dönüşen, eğitim-öğretim faaliyetleri, sivil toplum ve meslek kuruluşları, yerel ve uluslararası ticari işletmeler, basın-yayın medya organları gibi legal yapılar, Abant toplantıları, Türkçe olimpiyatları benzeri organizasyonlar üzerinden oluşturulan sempatizan halkasından insan ve maddi kaynak devşiren FETÖ’nün başlangıçta bir ahlak ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve toplumun her katmanının büyük bir kesimince böyle algılanması da toplumsal bir gerçekliktir.

 

 

Örgütü Hizmet Hareketi Zannedenlerin, Cezai Yönden Sorumlu Tutulması Kriteri Nedir?

 

Örgütün birinci ve ikinci katmanında yer alanlar ile yardım edenlerin sorumlulukları kusurluluk ilkesi doğrultusunda belirlenmelidir. Yani bu yapıyı cemaat zannederek yer alanlar, ancak örgüt olduğunu ortaya koyan olaylar ortaya çıkmasından sonraki tarihlerde örgüte bağlılıkları devam ediyorsa cezai yönden sorumlu olacaklardır.

 

 

 

SONUÇ VE İSTEM                : Yukarıda arz ve izah edilen nedenlerden dolayı ve mahkemenizce resen tespit edilen diğer nedenlerden dolayı,

 

Müvekkil lehine Yerel Mahkeme tarafından verilen beraat kararının onanmasını,

Karşı tarafın yapmış olduğunu istinaf başvurusunun reddini talep ederiz. 11.07.2023

 

                                                                         SANIK MÜDAFİİ

                                                                    AVUKAT GİZEM GÜL UZUN

 

İletişime Geçin

Telefon

+90 552 402 13 28

Email

info@gizemuzunlaw.com