• info@gizemuzunlaw.com
  • +90 552 402 13 28
Bizimle İletişime Geçin +90 552 402 13 28

Blog

VELAYET NEDİR, VELAYET DAVASI NEDİR VE NASIL AÇILIR?

                                                     VELAYET                                                   

 

Velayet, Türk Dil Kurumundaki anlamı ile "velilik, otorite, yetke" şeklinde tanımlanmaktadır. Türk Dil Kurumunun tanımından hareketle kısaca velayetin, otorite ve yetki içeren bir ilişki olduğu söylenebilir. Velayetin tanımında yer alan velilik ise yine Türk Dil Kurumunda " Bir çocuğu koruyan, işlerine bakan ve her türlü davranışından sorumlu kimse" olarak tanımlanmaktadır. 

 

Velayet, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununda kendisine yer verilmiş bir kurumdur. Velayete ilişkin hükümlere 4721 sayılı kanunun 335. Maddesi ile 363. Maddelerinde rastlanmaktadır. 

 

KOŞULLAR

 

 Ergin olmayan çocuk ana ve babasının velayeti altındadır. Ergin çocuklar ise kural olarak velayet altında değillerdir. Ancak ergin çocukların kısıtlanması durumunda hakim vasi atanmasına gerek görmedikçe kural olarak kısıtlanan ergin çocuğu da ana ve babanın velayeti altında bırakır.

 

b. Erginlik

Madde 11 - Erginlik onsekiz yaşın doldurulmasıyla başlar.

Evlenme kişiyi ergin kılar.

 

c. Ergin kılınma

Madde 12 - Onbeş yaşını dolduran küçük, kendi isteği ve velisinin rızasıyla mahkemece

ergin kılınabilir. 

 

Kişilerin, 18 yaşını doldurması veya evlenmesi neticesinde veya kazai rüşt yani yargısal yolla ergin kılınmasına ilişkin durumların ortaya çıkması neticesinde oluşur. Olağan evlenme yaşı 17'dir. Hakim olağanüstü hallerin varlığı halinde 16 yaşını doldurmuş kişilerin de evlenmesine olanak sağlamaktadır. Kişi kaç yaşında olursa olsun evlenme halinde erginliğe ulaşır. 

 

ANA VE BABA EVLİ İSE VELAYET DURUMU

 

 Evlilik birliği içinde velayet ana ve babanın her ikisine de aittir. Ana ve baba evlilik birliği içinde velayeti birlikte kullanır. Fiili ayrılık gerçekleşmişse, örneğin henüz mahkeme tarafından boşanmaya veya ayrılığa ilişkin hüküm tesis edilmemiş ise hakim tarafından ilgili dava sonuçlanıncaya kadar tedbiren velayetin anne veya babadan birisine verilmesine hükmeder. Boşanma davasının sonunda ise hakim tarafından kalıcı olarak velayetin ana veya babadan birine ait olması kararlaştırılır. Evlilik birliği içinde ana veya babadan biri ölürse sağ kalan taraf velayete sahip olur.

 

ANA VE BABA EVLİ DEĞİL İSE VELAYET DURUMU

 

Ana ve baba evli değilse yani müşterek çocuk evlilik birliği dışında doğmuş ise velayet anaya aittir. Ancak ana küçük ise, kısıtlı bulunmakta ise ya da somut olayın gereği olarak velayet kendisinden alınmış ise çocuğun üstün yararı gözetilerek çocuğun velayeti babaya verilebilir veya hakim tarafından çocuğa vasi atanabilir.

 

ÜVEY ÇOCUKLARIN VELAYET DURUMU

 

Evlilik birliği içinde eşlerden birinin başkasından olan çocuğu olabilir. Çocuk kendisine ait olmayan eş, üvey çocuğu üzerinde velayet hakkına sahip değildir. Ancak yine de kanun hükmü gereği ergin olmayan üvey çocuğa da gereken ilgi ve özeni göstermekle yükümlüdür. Bu bakımdan kendi çocuğu üzerinde velayet hakkına sahip olan eşe, diğer eş yardımcı olur. Hatta velayet hakkına sahip olan eşi durumun gerektirmesi takdirde temsil yetkisine de sahiptir.

 

VELAYETİN KAPSAMI VE KARŞILIKLI YÜKÜMLÜLÜKLER

 

Velayet hakkı, ana- babaya ve çocuğa hak ve yükümlülükler yüklemektedir. Ana- babanın çocuk üzerindeki hakkı öncelikle isim hakkıdır. Çocuğun isminin ne olacağını belirleme hakkı ana- babaya aittir. Çocuk, ana- babasının sözünü dinlemekle yükümlüdür. Çocuk, ana ve babasının rızası dışında evi terk edemez. Kendine ait bir yaşam kuracağından bahsedemez. Yasal bir sebep olmaksızın da hiçbir surette ana ve babasının ya da velayet hakkını elinde bulundurandan fiili olarak alınamaz. Uygulamada bazen çocuğun anneanne veya babaanne tarafından onlara ait konutta yetiştirilebildiği görülebilmektedir. Velayet hakkını elinde bulunduran kimse çocuğun yükümlülüğü ve yetiştirilmesi ona aittir. Her hak beraberinde bir yükümlülük de yüklemektedir. Ana ve baba ekonomik ölçüleri yettiği oranda çocuğa hayatını düzenleme olanağı tanır. Çocuğun hayatıyla ilgili onun menfaatine aykırı olmayacak şekilde düşüncelerini göz önünde tutar. Örneğin ana ve babanın ekonomik gücü çocuğu özel okulda okutmaya yetmese de en azından belirli bir düzeyde eğitim alabilmesi için devlet okulunda okutması gerekir. Keza eğer ki çocuğun akademik eğitime değil de spora ilgisi olduğu ve bu alanda faaliyette bulunmayı hayal ettiği durumlarda akademik eğitim yerine spor faaliyetleri yönelebilmesi noktasında çocuğun fikir ve düşüncelerine üstünlük tanınmalıdır ve desteklenmelidir.

 

EĞİTİM

 

Ana ve babanın çocuğa karşı en temel görevi onu eğitmektir. Ana ve baba çocuğu, ekonomik koşulları elverdiği ölçüde eğitmekle yükümlüdür. Eğitimden anlaşılması gereken salt akademik kapsamdaki öğretim değildir. Ana ve baba çocuğun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaki ve toplumsal gelişimini sağlayacak ölçüde çocuğu eğitmelidir. "eğitim ailede başlar." cümlesinin kanuni dayanağı TMK'nın 340. Maddesidir.

 

Bedensel eğitim: çocuğun bedensel eğitimi de ana ve baba tarafından sağlanmalıdır. Zira her ne kadar eğitim denilince akla matematik, Türkçe gibi "öğretim" kapsamındaki akademik eğitim gelse de bedensel eğitim çocuğun hayati gelişimini sağlayacak en önemli eğitim türlerindendir. Bedensel eğitim ile çocukların kassal kuvveti, esneklik, kassal endurans, vücut kompozisyonu ve kardiovaskuler enduransı gelişir. Bedensel eğitim çocukların fiziksel aktivitelere yeterli katılımını; güven ve başarı ile sonuçlanan motor becerilerini geliştirir.

 

Zihinsel eğitim: Zihinsel eğitim doğumdan önce, yani henüz anne karnındayken başlar. Doğum ile birlikte çocuğun zihinsel gelişimini sağlayacak olan uyarıcılar ve kurulan iletişim yardımıyla sürer. Çocuğun zihinsel gelişimini sağlamanın en önemli yolu, anne ve babanın daha bebeklik döneminden itibaren çocukla gerekli ve yeterli iletişimi sağlamasıdır. Gerekli uyarıcılarla çocuğun zihinsel gelişimine katkı sağlanmalıdır. Uyarıcıların ne olduğu konusunda en temel ve kolay ayrımsa bilindiği üzere oyuncaklardır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 31. Maddesinde çocuğun oyun hakkı kabul edilmiştir. Türkiye de bu sözleşmeye taraftır. Devlet her ne kadar bu sözleşmeye taraf olsa da çocuğun haklarının sağlanacağı ve korunacağı en temel birim ailedir. Çocuk oyun oynayarak belki evi dağıtarak, hayatı öğrenmektedir. Çocuğa zihinsel gelişimini sağlayabileceği ortam tesis edilmelidir. Dolayısıyla ana ve baba çocuklarının doğumundan itibaren onun zihinsel gelişimine katkı sağlayacak oyuncak gibi araç ve gereçleri ekonomik durumları elverdiği ölçüde sağlamakla ve çocukla iletişim kurmakla yükümlüdürler. Çocuğun beslenmesi de onun zihinsel gelişimi için elzem olsa da sadece beslenmenin sağlanması, altının değiştirilmesi, giydirilmesi maalesef yeterli değildir. 

 

Ruhsal gelişim: Ana ve baba çocuğun ruhsal gelişimine katkı sağlamakla yükümlüdür. Zira ruhsal durum, insan hayatını ömür boyu etkileyecek en önemli fakat en fazla atlanan durumdur. Kişiler hayatlarını etkileyecek nitelikti tercihlerini, ruhsal ve mantıksal durumları ölçüsünde sağlıklı yaparlar. Çocukların ruhsal gelişiminin sağlanabilmesi için öncelikle içinde bulundukları ortamın, kendilerini huzurlu ve güvende hissedecekleri türden bir ortam olması gerekmektedir. Çocuklar, aile bireylerinin psikolojisinden, birbirleriyle olan iletişiminden kesinlikle etkilenmektedir. Evlilik sadece kadın ve erkek arasında olsa bile kadın ve erkeğin arasındaki sorunların çocukları etkileyeceği kesinlikle gözden kaçmamalıdır. Bu yüzden ana ve baba, çocukların ruhsal gelişiminin sağlıklı şekilde ilerleyebilmesi adına kendi aralarındaki iletişime dahi dikkat ermeli, aile huzurunu ve güven ortamını çocuğa tesis etmelidir.

 

Ahlaki gelişim: Ana ve baba çocuğun ahlaki gelişimine de önem vermelidir. Ahlakın ne olduğuna ilişkin kesin bir tanım olmasa da temel olarak çocuğun topluma uyum sağlayabilmesi, toplumda var olabilmesi adına çocuğa doğruluk, dürüstlük, hoşgörü, saygı, güçsüze yardım gibi bir arada yaşamanın gereği olan ilkelerin öğretilmesi gerekmektedir. Örneğin toplu taşımada hamilelere, engellilere ve yaşlılara yer verilmesi noktasındaki kural en basit ve görünür nitelikteki ahlaki kuraldır. Çocuğun ahlaki gelişimi, ona kitap okuyarak, çocuk kitap okumaya başladığı dönemde çocuğa bu becerileri sağlayacak nitelikte kitap ve eğitim araçları temin edilerek sağlanabilir. Çocukla bu konularda sohbet edilerek iletişim sağlanabilir. Çocuğun ahlaki gelişimini sağlayabilmesinin bir diğer yolu da insanlarla iletişimidir. Bunun için akranları ile iletişime geçmesini sağlayacak şekilde imkanlar çocuğa tanınmalıdır. Yani çocuk, eve hapsedilmemeli, arkadaş edinebilmelidir. Parkta salıncak sırası beklemek, bir başkasının oyun hakkına saygı duyması açısından çocuk için öğretici olacaktır.

 

Toplumsal gelişim: Çocuğun toplumsal gelişimi ana ve baba tarafından sağlanmalıdır. Çocuğun etrafıyla iletişim kurabilmesi, sosyal uyaranları duyarlılık kazanması, yaşadığı toplumun değer ve kurallarını öğrenerek buna uygun davranışlar geliştirmesi, kendini ifade edebilme becerileri kazanması sosyal gelişimin basamaklarıdır. Doğduğu andan itibaren insanlar arasında olmayı tercih eden, insan yüzlerine duyarlı olan bebeğin sosyal gelişim de doğduğunda başlar. Sosyal gelişimin ilk kaynağı annedir, daha sonra bebek büyüdükçe ve etrafıyla iletişim becerileri arttıkça davranışlarını ortama uygun olarak ayarlama, karşısındaki insanın düşünce ve davranışlarını anlama ve kendini ifade edebilme yetenekleri gelişir. Bunun için çocuk, toplumdan soyutlanmamalı, ana ve babanın ekonomik durumu elverdiği ölçüde kreş, anaokulu gibi özellikle kendi yaş grubuyla iletişim halinde olabileceği yerlerde bulunması desteklenmelidir. 

 

Bedensel ve zihinsel engelli çocuklar yönünden: Özellikle bedensel ve zihinsel engelli bulunan çocuklar kesinlikle toplumdan soyutlanmamalıdır. Beden ve zihinsel engelli bireylerin devlet tarafından hem eğitimlerinin hem de çalışma hayatlarının devlet tarafından desteklendiği bilinmelidir. Günümüzde devlet, engelli bireylerin bakımına yönelik olarak ailelere muhtaç aylığı, evde bakım aylığı gibi birçok türde maddi destek sağlamakta; çocuk büyüdüğünde yani ergin olduğunda ev, araç gibi taşınır taşınmaz mal alımlarında ÖTV indirimi veya muafiyeti gibi imkanlar sağlanmaktadır. Yine bedensel veya zihinsel engelli çocukların eğitimden geri kalmaması adına 5378 sayılı Engelliler Hakkında Kanu`nun 15. Maddesinde “Hiçbir gerekçeyle engellilerin eğitim alması engellenemez. Engelli çocuklara, gençlere ve yetişkinlere, özel durumları ve farklılıkları dikkate alınarak, bütünleştirilmiş ortamlarda ve engelli olmayanlarla eşit eğitim imkânı sağlanır.” ibaresi yer almaktadır. Bunun için devlet, çeşitli isimler altında engelli çocuklara yönelik olarak özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri kurmaktadır. Ana ve babanın bu bakımdan bilgi sahibi olması ve engelli çocuklarının topluma adapte olması, toplumda var olması adına onları eğitim hakkından yoksun kılmaması gerekmektedir. Keza devlet, engelli bireylerin  çalışabilmesi için  özel sektör işyerlerinde % 3 engelli, kamu işyerlerinde ise % 4 engelli işçiyi meslek, beden ve ruhi durumlarına uygun işlerde çalıştırmakla yükümlüdürler. Şeklinde getirmiş olduğu kural ile engelli bireylerin çalışma ve iş yaşamında var olmasını sağlamıştır.

 

DİNİ EĞİTİM

 

Çocukların dini eğitimini belirleme hakkı ana ve babaya aittir. Ana ve babanın bu hakkını sınırlayacak her türlü sözleşme geçersizdir. Ana ve baba velayetin getirdiği hak noktasında çocuğun hangi dine mensup olacağını belirleyebilir ve sahip olduğu dinin gereklerini yerine getirebilmesi noktasında da çocuğa eğitim verebilir. Anayasanın 24. Maddesinde de din ve vicdan hürriyetine değinilmiştir. 

VI. Din ve vicdan hürriyeti

Madde 24 – Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 

Din ve ahlak eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır.

Devlet tarafından din eğitimi zorunlu dersler kapsamında verilmektedir. Ancak devletin vermiş olduğu din eğitimi dışında başka türde bir eğitim talebi varsa ilgili talepler küçüklerin kanuni temsilcileri yani velisi ya da vasisi tarafından talep edildiğinde verilebilmektedir.

Küçük ergin hale geldiğinde ise kendi dinini seçebilme ve seçtiği dinin eğitimini alabilme ve gereklerini yerine getirme noktasında yaşayışa sahip olabilme noktasında özgürdür. Ana ve babanın din eğitimi konusundaki velayet hakkı ergin bakımından ortadan kalkmaktadır. Ancak dikkat edilmelidir ki çocuğun dinini seçme ve eğitimini verme noktasındaki velayet hakkı, çocuğun üstün menfaatlerini kısıtlar nitelikte ise ve kişilik haklarını ihlal eder nitelikte ise ana ve babanın bu konudaki velayet hakkı mahkeme tarafından ortadan kaldırılabilecektir. Örneğin çocuğun sadece dini eğitimle yetişmesi, çocuğun devlet tarafından oluşturulmuş eğitim kurumlarına gönderilmemesi gibi durumlarda mahkeme bu husustaki velayet hakkını ortadan kaldırabilir. Veya ana ve baba tarafından çocuğa, algılayabileceği ve isteyebileceğinden çok daha ağır ölçüde dini eğitim verilmesinin çocuğun kişilik haklarına aykırı olduğu sonucuna varılabilmektedir.

 

ÇOCUĞUN TEMSİL EDİLMESİ

 

Ana ve baba, velayetleri çerçevesinde üçüncü kişilere karşı çocuklarının yasal temsilcisidirler. Örneğin küçük tarafından veya küçüğe karşı dava açılması hallerinde küçüğü davada temsil yetkisine sahip olan kimseler, velayet hakkını elinde bulunduran ana ve babadır. İlgili husus Yargıtay'ın da kabulündedir;

 

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 09/11/2006 tarih, 2005/10416 E., 2006/11401 K. 

 

"...küçüklere karşı açılacak davalarda, küçükleri pasif dava ehliyetinin bulunmamasına, bu davalarda küçükleri kanuni temsilcilerinin temsil edecek olmasına, TMK'nın 342. Maddesi uyarınca, anne ve babanın  üçüncü kişilere karşı çocukların yasal temsilcisi olmaları nedeniyle, davanın küçüğü temsilen anne ve babasına karşı açılmasının mümkün bulunmasına göre..."

 

Bu noktanın daha iyi anlaşılabilmesi için irdelenmesi gerek konu usul hukukunun konusu olan taraf ve dava ehliyetleri konularıdır.

 

Taraf ehliyeti: Taraf ehliyeti adından da anlaşılacağı üzere bir davada taraf olarak yer alabilme yetkisidir. Yani kişiler taraf ehliyetine sahip olduklarında bir davada davacı veya davalı sıfatıyla yer alabilirler. Maddi hukuka göre hak ehliyetine sahip olan usul hukukunda da taraf ehliyetine sahiptir. Küçükler hak ehliyetine sahiptirler. Bu bakımdan taraf ehliyetleri de bulunmaktadır.

 

I. Hak ehliyeti

Madde 8 - Her insanın hak ehliyeti vardır.

Buna göre bütün insanlar, hukuk düzeninin sınırları içinde, haklara ve borçlara ehil

olmada eşittirler.

 

Hak ehliyeti

 

4721 sayılı Türk Medeni Kanununun yukarıda anılan madde hükümleri gereğince kişilerin hak ehliyeti ve fiil ehliyetleri bulunur. Hak ehliyeti tam ve sağ doğmak şartıyla ana rahmine düşmekle elde edilir. Bu bakımdan tam ve sağ doğmuş kişilerin ana rahmine düştükleri andan itibaren hak ehliyetleri bulunmaktadır. Tam doğum, çocuğun ana rahminden tamamen ayrılması, ana rami dışında bağımsız bir varlık kazanmasını, sağ doğum ise kısa bir süreliğine dahi olsa çocuğun tam doğumdan sonra yani ana rahminden ayrıldıktan sonra anneden bağımsız olarak yaşamını sürdürmesini ifade eder. Burada dikkat edilmesi gereken ve tartışmalı olan önemli husus göbek kordonunun kesilme durumudur. Doktrindeki baskın görüşe göre tam ve sağ doğmak şartının gerçekleşmiş sayılması için göbek kordonunun kesilmiş olması zorunlu değildir. Bebeğin göbek kordonu henüz kesilmediği halde bile bebeğin vücut ve organlarının ana rahminden ayrılması sebebiyle tam doğumun gerçekleştiği kabul edilmektedir. Keza göbek kordonu kesilmemiş olsa bile tıp biliminin kabulündeki kriterlere göre bebeğin yaşamsal faaliyetlerini anneden bağımsız olarak gerçekleştirmeye başladığı ve bu durumda da sağ olarak doğduğu kabul edilebilmektedir. Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus, tam ve sağ doğan kişilerin hak ehliyetlerini tam ve sağ doğdukları an değil; ana rahmine düştükleri andan itibaren kazandıklarıdır. Hak ehliyeti, hukuk düzeni sınırları içinde, kişilerin haklara ve borçlara ehil olabilmesidir. Yani hak ehliyetine sahip olmak yoluyla aslından bireyler kişilik kazanmaktadır. Hak ehliyeti ile kişilik aynı kavramdır. 

 

Dava ehliyeti: Maddi hukuktaki fiil ehliyetinin usul hukukundaki görünümü dava ehliyetidir. Dava ehliyeti kısaca bir davayı yürütebilmek için usuli işlemler yapabilme yetkisidir. Tam ehliyetli kişiler kendilerini bir vekil ile tayin ettirmeseler dahi kural olarak dava ehliyetine sahip olduklarından bir davada usul işlemleri yapabilirler. Ancak ayırt etme gücüne sahip küçük veya kısıtlıların dava ehliyetleri sınırlıdır. Bu sebeple bir davayı açma, yürütme, usul işlemleri yapabilme veya sonlandırabilme yetkilerine kural olarak sahip değillerdir.

 

II. Fiil ehliyeti

1. Kapsamı

Madde 9 - Fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına

girebilir.

 

2. Koşulları

a. Genel olarak

Madde 10 - Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. 

 

Fiil ehliyeti 

 

Fiil ehliyeti, kişinin kendi fiilleri ile hak elde etmesi veya borç altına girebilmesini ifade eder. Kişi, kendisine hak kazandıran veya kendisini borç altına sokan fiili gerçekleştirirken herhangi bir kimseden izin, rıza veya icazet almak zorunda değildir. Hukuk düzeni, kişiye ilgili fiili kendi kendisine gerçekleştirebilmesine yönelik yetkiyi, kişinin kanunda tanımlanmış olan ehliyet türlerinden hangisine tabi olduğuna göre tanımlamıştır. Kişi bulunduğu ehliyet türüne göre hakları elde edebilir, borç altına girebilir, hukuki işlem tesis edebilir. Var olan hakları ve borçları sona erdirebilir, değiştirebilir. 

 

Unutulmamalıdır ki her fiil ehliyetine sahip kişi evleviyetle hak ehliyetine de sahiptir. Ancak her hak ehliyetine sahip kişi, fiil ehliyetine sahip değildir. Zira fiil ehliyeti sadece gerçekleştirmiş oldukları fiillerin sonuçlarını anlayabilecek yani sonuçta kendi lehine mi aleyhine mi bir durumun ortaya çıkacağına ilişkin düşünsel faaliyeti gerçekleştirebilecek zihinsel yetkinliğe sahip ve kendi iradesini kullanabilir ölçüdeki kimselerde bulunur. Yani fiil ehliyetine sahip olabilmenin kabulü için kişilerin ayırt etme gücüne sahip ve ergin olması şartı aranır. Zira ayırt etme gücünden yoksun ve henüz ergin olmayan, dolayısıyla davranışlarının sonuçlarını değerlendiremeyecek ölçüdeki kimselerin borç altına girmeleri bu yolla engellenmektedir. Kanun koyucu bu kimseleri yükümlülük altına girecek işlemler yapmaktan alıkoyarak aslında korumayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla herkesin hak ehliyetine sahip olması buna karşılık belirli şartları sağlayan kimselerin fiil ehliyetine sahip olması eşitlik ilkesinin ihlali anlamına gelmemektedir.

 

Ayırt etme gücüne sahip, ergin ve kısıtlı olmayan kişilerin fiil ehliyeti var kabul edilir. Ayırt etme gücü;

 

d. Ayırt etme gücü

Madde 13- Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da

bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan

herkes, bu Kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.

 

Ayırt etme gücü 4721 sayılı kanunun 13. Maddesinde tanımlanmıştır. Öncelikle ayırt etme gücü tanımlanmalıdır. Ayırt etme gücüne sahip kimse, temyiz kudretine sahip veya mümeyyiz olarak isimlendirilir. Ayırt etme gücü, kişilerin fiil ve isteklerinin nedenini ve sonuçlarını kavrayabilme ve buna uygun olarak iradi davranış sergileyebilme yeteneğidir.

 

 

 

 

 

 Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2021/4220 E.  ,  2021/5004 K. Sayılı kararına göre;

 

"Ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlıların, dava ve takip ehliyeti yoktur. İstisnai haller dışındaki dava ve takiplerde, kanuni temsilcileri tarafından temsil olunurlar."

 

Kanun maddesi ve Yargıtay kararları ışığında küçüğün taraf ehliyeti bulunmasına karşın kural olarak dava ehliyeti ve dava takip ehliyeti bulunmamaktadır. Bazı istisnai hallerde ise dava ehliyeti ve dava takip ehliyetinin var olduğu kabul edilmektedir:

 

İSTİSNAİ HALLER

 

Gruplandırmak gerekirse,

Kişiye sıkı sıkıya bağlı haklara ilişkin davalar

Kendisine bir meslek veya sanatın icrasına ilişkin izin verilen konulardaki davalar

Meslek veya sanatın gerektirdiği işlerle ilgili davalar

Tasarruf yetkisine sahip olduğu mallarla ilgili davalar

 

 Ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılar

Madde 16- Ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılar, yasal temsilcilerinin rızası

olmadıkça, kendi işlemleriyle borç altına giremezler. Karşılıksız kazanmada ve kişiye sıkı sıkıya

bağlı hakları kullanmada bu rıza gerekli değildir. 

 

Küçüğe yönelik karşılıksız kazandırmalar, örneğin küçüğe yapılan bağışlamalarda küçük herhangi bir yükümlülük altına girmediğinden yasal temsilcisinin rızası olmasa dahi karşılıksız kazandırma geçerlidir. Zaten yasal temsilcinin rızası da aranmamaktadır. Kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların kullanılmasında ise her ne kadar kanunda küçüğün ilgili haklarını kullanması noktasında yasal temsilcisinin temsil yetkisini kullanamayacağı söylense de bazı özel nitelikli kanunlarda ve Yargıtay kararlarında kişilik değerlerini aşar nitelikli ağır tasarruflarda yine de veli veya vasinin temsil yetkisinin devreye gireceği kabul edilmektedir. Örneğin 2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanunun 6. Maddesinde gebe olan küçüğün gebeliğinin sonlandırılmasında küçüğün rızası ile birlikte velinin izni aranmaktadır.

 

Gebeliğin sona erdirilmesinde izin:

Madde 6 – 5 inci maddede belirtilen müdahale, gebe kadının iznine, küçüklerde küçüğün rızası ile velinin iznine, vesayet altında

bulunup da reşit veya mümeyyiz olmayan kişilerde reşit olmayan kişinin ve vasinin rızası ile birlikte sulh hakiminin izin vermesine bağlıdır.

Ancak akıl maluliyeti nedeni ile şuur serbestisine sahip olmayan gebe kadın hakkında rahim tahliyesi için kendi rızası aranmaz

 

Basit nitelikteki kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar çocuk tarafından kendi başına kullanılabilmektedir. Örneğin çocuk saçını kestirebilir, fotoğraf çektirebilir, kıyafetlerini kendisi seçebilir. Basit nitelikli market alışverişinde bulunabilir. Fakat basit nitelikli olmayan, kişilik değerlerini aşar nitelikli işlemleri kişiye sıkı sıkıya bağlı olsa dahi kendi başına gerçekleştiremeyeceği, dolayısıyla ana ve babasının temsil yetkisine ihtiyaç duyduğu durumlar da mevcuttur. Örneğin kişilik değerlerini aşar nitelikli tıbbi ve cerrahi müdahalelerde velinin rızası aranmaktadır. Örneklemek gerekirse estetik müdahale gibi ileride pişmanlık duyabileceği, sonuçlarını henüz kestiremeyeceği nitelikteki cerrahi tasarruflarda velinin temsil yetkisi gerekir. Keza sünnet gibi cerrah müdahalelerde de velinin temsil yetkisi devreye girebilir.

Doktrindeki kimi görüşler ise estetik gibi müdahalelerin kişiye sıkı sıkıya bağlı olmasından bahisle velinin temsil yetkisinin geçerli olmadığını savunmaktadır.

 

Kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların neler olduğuna kanunda açıkça sayılarak yer verilmemiştir. Genel kabule göre kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar şunlardır;

 

Nişanlanma

Nişanı bozma

Evliliğin iptali davası açma

Boşanma davası açma

Ayrılık davası açma

Manevi tazminat davası açma

15 yaşını doldurmuş olmak şartıyla vasiyetname yapma

 

Nişanlanma her ne kadar kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardan da olsa velinin rızası gerekir. Fakat nişanın bozulması noktasında velinin rızası aranmamaktadır. Küçük nişanı bozmak istediği zaman bunu tek taraflı iradesiyle gerçekleştirebilir. Küçük ancak yasal temsilcisinin rızası ile evlenebilir. Rızanın olmadığı hallerde yasal temsilci, evliliğin iptalini isteyebilmektedir. 15 yaşını dolduran küçük, kendi isteği ve velisinin rızası ile mahkemece ergin kılınabilir. Yine ergin kılınmada her ne kadar kişiye sıkı sıkıya bağlı bir talep olsa da burada da velinin rızası aranmaktadır. Fakat boşanma davasında dava ehliyeti bizzat küçüğe aittir. Küçük boşanma veya ayrılık davalarını kendi başına açabilir. 15 yaşını dolduran küçük, velisinin rızası aranmadan kendi başına vasiyetname yapabilir. Küçükler ve kısıtlılar adına yasal temsilcileri vasiyetname yapamayacaklardır.

 

III. Meslek veya sanat için verilen mal ve kişisel kazanç

Madde 359- Ana ve baba tarafından bir meslek veya sanat ile uğraşması için çocuğa

kendi malından verilen kısmın veya kendi kişisel kazancının yönetimi ve bunlardan yararlanma

hakkı çocuğa aittir.

Çocuğun evde ana ve babasıyla birlikte yaşaması hâlinde, ana ve baba ondan kendisinin

bakımı için uygun bir katkıda bulunmasını isteyebilirler. 

 

TMK m.359 hükmü gereği öncelikle çocuğun uğraştığı bir meslek veya sanat dalı olmalıdır. Bu meslek veya sanatın icrası için ana ve babası tarafından çocuğa kendi malından verilen kısmının yönetimi veya çocuğun uğraştığı meslek veya sanattan elde ettiği kişisel kazancının yönetimi çocuğa aittir. Mal ve kazançtan yararlanma hakkı da çocuğa aittir. Ana ve baba çocuğun elde ettiği mal ve kazançtan yararlanamaz. Sadece eğer çocuk ana ve babasıyla birlikte yaşıyorsa çocuğun bakımına katlanan ana ve baba çocuktan uygun nitelikli bir katkı isteyebilir. Çocuğun tasarruf yetkisinde olan mallarla ilgili çocuk, anne babasının temsil yetkisine ihtiyaç duymadan işlemler yapabilmektedir.

 

Çocuğun yapmış olduğu işlemlerle ilgili olarak yasal temsilcilerin rızasının olmadığını bilmeyen veya bilebilecek durumda olmayan üçüncü kişilerin iyi niyeti kanunen korunur. Üçüncü kişiler ana babanın rızası varmış gibi varsayımda bulunabilirler. Vesayet makamının yani sulh hukuk mahkemesinin izninin aranmadığı durumlarda ise velayete ilişkin hükümler uygulanır.

 

ÇOCUĞUN FİİL EHLİYETİ

 

Velayet altındaki çocuğun fiil ehliyeti, vesayet altındaki kişinin ehliyeti gibidir. Çocuk, borçlarından ana ve babanın çocuk malları üzerindeki haklarına bakılmaksızın kendi malvarlığı ile sorumludur. Çocuk sınırlı ehliyetsizdir. Çocuğun sahip olduğu borçlar var ise çocuk bu borçlardan kendi malvarlığı ile sorumludur. Ana ve babanın çocuğun mallarındaki haklarına bu noktada öncelik tanınmayacaktır. 

 

ÇOCUĞUN AİLEYİ TEMSİL ETMESİ

 

Çocuk mümeyyiz ise yani ayırt etme gücüne sahip ise ana ve babanın rızasını almak koşuluyla aile adına hukuki işlemler yapabilir. Çocuğun, ana ve babasının rızasını alarak aile adına yapmış olduğu işlemlerden dolayı borç altına giren çocuğun ana ve babasıdır. Çocuk borç altına girmez.

 

ÇOCUK İLE ANA VE BABA ARASINDAKİ HUKUKİ İŞLEMLER

 

Çocuk ile ana veya baba arasında ya da ana ve babanın menfaatine olarak çocuk ile üçüncü kişi arasında yapılacak bir hukuki işlemle çocuğun borç altına girebilmesi, bir kayyımın katılmasına ve hakimin onayına bağlıdır. Eğer kanunda düzenlenmiş bir zorunluluk hali mevcut ise veya ana ve baba yoksul ise, çocuğun özel bir durumu var ve bu özel durumundan kaynaklı olarak olağanüstü seviyede harcama yapılması gerekiyorsa hakim izni gerekir.

 

ÇOCUĞUN KORUNMASI

 

Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye düştüğü takdirde, ana ve baba duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse hakim, çocuğun korunması için uygun önlemleri alır. Kanun maddesinin amacı özellikle çocuğun ekonomik, psikolojik ve sosyal gelişimi açısından uygun olmayan bir ortamda bulunması sebebiyle menfaatlerinin zarar görmesini engellemektir. Ana ve babanın ekonomik durumu kötü olabilir, bu sebeple çocuğun ihtiyaçlarını karşılayamayacak durumda bulunabilirler. Ana ve baba haysiyetsiz hayat sürüyor olabilir, çocuğa kötü muamelede bulunuyor olabilirler. Yani ana ve baba çeşitli sebeplerle velayetten kaynaklanan vazifelerini yerine getirmiyor olabilirler. Bu gibi durumlarda hakim velayetin kaldırılmasına karar verebilir. Uygun önleme olarak rehberlik ve yardım, uyarıda bulunma, ana babaya emir ve direktif verilmesi, ana babanın denetim altında tutulması, eğitim kayyımı atanması gibi yollara başvurulabilir. 

 

ÇOCUKLARIN YERLEŞTİRİLMESİ

 

 

Çocuğun bedensel ve zihinsel gelişmesi tehlikede bulunur veya çocuk

manen terk edilmiş hâlde kalırsa hâkim, çocuğu ana ve babadan alarak bir aile yanına veya bir

kuruma yerleştirebilir.

Çocuğun aile içinde kalması ailenin huzurunu onlardan katlanmaları beklenemeyecek

derecede bozuyorsa ve durumun gereklerine göre başka çare de kalmamışsa, ana ve baba veya

çocuğun istemi üzerine hâkim aynı önlemleri alabilir.

Ana ve baba ile çocuğun ödeme gücü yoksa bu önlemlerin gerektirdiği giderler Devletçe

karşılanır.

Nafakaya ilişkin hükümler saklıdır.

 

Çocuğun bedensel ve zihinsel gelişimi tehlikede bulunursa,

Çocuk aile tarafından manen terk edildiyse,

Çocuğun ailede kalması aile huzurunu onlardan katlanmaları beklenemeyecek ölçüde bozuyorsa 

Devlet tarafından çocuk aileden alınabilir.

 

VELAYETİN KALDIRILMASI

 

Çocuğun korunmasına ilişkin önlemler yetersiz kalacaksa veya önlemlerden sonuç alınamazsa hakim velayetin kaldırılmasına karar verebilir. Ana ve baba deyimsizse, çocuğa bakamıyorsa, ana ve baba hasta ise vb. Sebeplerle velayet görevlerini yerine getirmeleri kendilerinden beklenemiyorsa velayet kaldırılabilir. 

Ana ve baba velayetten kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmiyorsa, ağır biçimde savsaklıyorsa velayet her ikisinden kaldırılabilir. Her ikisinden alındığında çocuğa vasi atanır. Böyle durumda velayetin kaldırılması müşterek tüm çocukları, hatta doğacak tüm çocukları kapsar. 

 

ANA VE BABANIN YENİDEN EVLENMESİ HALİNDE

 

Ana ve babanın müşterek çocukları bulunur fakat ana ve baba boşanırsa velayet ortak olarak kullanılabileceği gibi uygulamada genelde sadece bir tarafa verilir. Diğer tarafın ise çocukla kişisel ilişki kurulmasına karar verilir. Velayet kendisine verilen taraf bir başkasıyla yeniden evlenirse velayetin kaldırılması gerekmez. Ancak elbette burada da çocuğun menfaatleri korunmaktadır. Çocuğun menfaati gerektiriyorsa velayet sahibi değiştirilebileceği gibi, velayet her iki tarafa da verilmeyerek çocuğa vasi atanmasına da karar verilebilir.

 

VELAYETİN KALDIRILMASI HALİNDE ANA VE BABANIN YÜKÜMLÜLÜKLERİ

 

Velayet her ne kadar ana ve babadan kaldırılmış olsa dahi ana ve babanın çocuklarının bakım ve eğitim giderlerini karşılama yükümlülükleri devam eder. Ana baba ve çocuğun ödeme gücü yoksa bu giderler devletçe karşılanır. Ancak nafakaya ilişkin hükümler saklıdır.

3. Velâyetin kaldırılması hâlinde ana ve babanın yükümlülükleri

 

DURUMUN DEĞİŞMESİ HALİNDE

 

Durumun değişmesi halinde çocuğun korunmasına ilişkin önlemlerin yeni koşullara uydurulması gerekmektedir. Koşullar ağırlaşırsa, örneğin ana ve baba velayetten kaynaklanan yükümlülüklerini daha ağır şekilde ihlal ederse velayet kendilerinden alınabilir. Veya zaten velayet ana ve babadan alınmış ve fakat ana ve babanın velayetten kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirebileceği durumun hal ve gereklerinden anlaşılıyorsa hakim, re'sen veya ana veya babanın istemi üzerine velayeti geri verebilir.

 

ÇOCUK MALLARININ YÖNETİMİ

 

 Ana ve baba, velâyetleri devam ettiği sürece çocuğun mallarını yönetme

hakkına sahip ve bununla yükümlüdürler; kural olarak hesap ve güvence vermezler.

Burada dikkatleri çekmesi gereken husus, malların yönetimi ile malların kullanılması ayrımıdır. Malların yönetilmesi ana ve babaya velayet kapsamında tanınmış hak ve sorumluluktur. Ana ve babanın buna ek olarak çocuğun mallarını kullanma hakları da bulunmaktadır. Ana ve babanın, çocuğun mallarını yönetmesi için çocuk üzerindeki velayetlerinin devamı gerekmektedir. Eş deyişle kusurlu veya kusursuz olarak çocuk üzerinde velayet hakkı sona eren taraf artık çocuğa ait malların yönetiminde rol oynayamayacaktır. Ancak çocuğun mallarının kullanılması ve üzerinde tasarruf edilebilmesi noktasında  velayetin kaldırılması önem arz etmemektedir. Burada aranan şart yalnızca velayetin, malları kullanacak olan taraftan kusuru sebebiyle kaldırılmamış olmasıdır. Velayet, kendisinden kusuru sebebiyle kaldırılan taraf çocuğun mallarını kullanamaz. 

 

EVLİLİK SONA ERİNCE

 

Evlilik sona erince velayet kendisinde kalan eş, hakime çocuğun malvarlığının dökümünü gösteren bir defter vermek ve bu malvarlığında veya yapılan yatırımlarda gerçekleşen önemli değişiklikleri bildirmek zorundadır.

 

GELİRLERİN SARFI

 

Ana ve baba, çocuk mallarının gelirlerini öncelikle çocuğun bakımı, yetiştirilmesi ve eğitimi için; hakkaniyete uyduğu ölçüde de aile ihtiyaçlarını karşılamak üzere sarf edebilirler. Yani çocuğun mallarından elde edilen gelirler öncelikle yine çocuk için kullanılacaktır. Geri kalan kısmı hakkaniyet sınırını aşmayacak ölçüde aile ihtiyaçları için kullanılacaktır. Gelirin fazlası, yani kalan kısım yine çocuğun mallarına katılacaktır.

 

 

ÇOCUK MALLARININ KISMEN SARFI

 

 Olağan ihtiyaçlar gerektirdiği ölçüde sermaye biçiminde ödemeler,

tazminatlar ve benzeri edimler çocuğun bakımı için kısmen kullanılabilir.

Çocuğun bakımı, yetiştirilmesi ve eğitimi için zorunluluk varsa hâkim, ana ve babaya

belirlediği miktarlarda çocuğun diğer mallarına da başvurma yetkisini tanıyabilir.

 

ÇOCUĞUN SERBEST MALLARI

 

 Ana ve baba, faiz getiren yatırım veya tasarruf hesabı açılmak üzere ya da

açıkça ana ve babanın kullanmaması koşuluyla çocuğa yapılan kazandırmaların gelirlerini kendi

menfaatlerine sarfedemezler.

Kazandırmada bulunan kişi, kazandırma sırasında açıkça aksini öngörmedikçe, ana ve

baba bunlar üzerinde yönetim hakkına sahiptir.

 

SAKLI PAY

 

Ölüme bağlı tasarruf yoluyla çocuğun saklı payı ana ve babanın yönetimi

dışında bırakılabilir.

Mirasbırakan yönetimi bir üçüncü kişiye bırakmışsa, tasarrufunda bu kişinin belirli

zamanlarda sulh hâkimine hesap vermesini öngörebilir.

 

MESLEK VEYA SANAT İÇİN VERİLEN MAL VEYA KİŞİSEL KAZANÇ

Ana ve baba tarafından bir meslek veya sanat ile uğraşması için çocuğa

kendi malından verilen kısmın veya kendi kişisel kazancının yönetimi ve bunlardan yararlanma

hakkı çocuğa aittir.

Çocuğun evde ana ve babasıyla birlikte yaşaması hâlinde, ana ve baba ondan kendisinin

bakımı için uygun bir katkıda bulunmasını isteyebilirler.

 

ÇOCUK MALLARININ KORUNMASI

 

 Ana ve baba, çocuğun mallarını yönetmekte her ne sebeple olursa olsun

yeterince özen göstermezlerse hâkim, malların korunması için uygun önlemleri alır.

Hâkim, özellikle malların yönetimi konusunda talimat verebilir; belirli zamanlarda verilen

bilgi ve hesabı yeterli görmezse, malların tevdi edilmesine veya güvence gösterilmesine karar

verebilir.

 

YÖNETİMİN ANA VE BABADAN ALINMASI

 

 Çocuğun mallarının tehlikeye düşmesi başka bir şekilde önlenemiyorsa

hâkim, yönetimin bir kayyıma devredilmesine karar verebilir. 

Çocuğun, yönetimi ana ve babaya ait olmayan malları tehlikeye düştüğünde hâkim, aynı

önlemlerin alınmasını kararlaştırabilir.

Çocuk mallarının gelirlerinin veya bu mallardan ayrılmış belirli miktarların kanuna uygun

şekilde sarfedileceğinden kuşku duyulursa hâkim, bunların da yönetimini bir kayyıma bırakabilir.

 

YÖNETİMİN SONA ERMESİ- MALLARIN DEVRİ

 

 Ana ve baba, velâyetleri veya yönetim hakları sona erince, çocuğun mallarını,

hesabıyla birlikte ergin çocuğa, vasisine veya kayyıma devrederler.

 

ANA VE BABANIN SORUMLULUĞU

 

 Ana ve baba, çocuk mallarının geri verilmesinde vekil gibi sorumludurlar.

Dürüstlük kuralına uygun olarak başkasına devrettikleri malların yerine sadece aldıkları

karşılığı geri vermekle yükümlüdürler.

Kanuna uygun olarak çocuk veya aile için yaptıkları harcamalardan dolayı tazminatla

yükümlü tutulmazlar

 

 

 

 

                                               

 

 

 

 

 

 

VELAYET NEDİR, VELAYET DAVASI NEDİR VE NASIL AÇILIR?-VELAYET NEDİR, VELAYET DAVASI NEDİR VE NASIL AÇILIR?-VELAYET NEDİR, VELAYET DAVASI NEDİR VE NASIL AÇILIR?-VELAYET NEDİR, VELAYET DAVASI NEDİR VE NASIL AÇILIR?-VELAYET NEDİR, VELAYET DAVASI NEDİR VE NASIL AÇILIR?-VELAYET NEDİR, VELAYET DAVASI NEDİR VE NASIL AÇILIR?-VELAYET NEDİR, VELAYET DAVASI NEDİR VE NASIL AÇILIR?-VELAYET NEDİR, VELAYET DAVASI NEDİR VE NASIL AÇILIR?-VELAYET NEDİR, VELAYET DAVASI NEDİR VE NASIL AÇILIR?-VELAYET NEDİR, VELAYET DAVASI NEDİR VE NASIL AÇILIR?-VELAYET NEDİR, VELAYET DAVASI NEDİR VE NASIL AÇILIR?

 

İletişime Geçin

Telefon

+90 552 402 13 28

Email

info@gizemuzunlaw.com